Güney Basını

Rum Basını: Diplomasiyi bıraktık silaha sarıldık

Alithia Türkiye ve Yunanistan’ın, ilişkilerini rehabilite etmenin barışçıl yolunu arar ve  BM Genel Sekreteri’ni Kıbrıs sorununda harekete geçmeye teşvik ederken Rum tarafının diplomasiyi bir yana bırakarak silaha sarıldığını yazdı.

Gazete analiz-haberi “Diplomasiyi Bıraktık Silaha Sarıldık… İstenilen Hangisi, Yarım Kıbrıs’ı Güçlendirmek Mi Yoksa Tamamını Yeniden Birleştirmek Mi” başlığıyla manşete çekti.

Haberde Türkiye ile Yunanistan’ın, elverişli ortam ve BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’i, çabalarını destekleyeceklerine ikna ettikleri için Kıbrıs sorununda son kez çaba üstlendiğine dikkat çekildi.

Haberde BM Genel Sekreteri’nin, garantör güçlerin de katılacağı genişletilmiş bir konferans çağrısı için  Cumhurbaşkanı Ersin Tatar ve Rum Yönetimi Başkanı Nikos Hristodulidis’ten tezleri arasındaki uçurumun üzerine köprü kurarak güven oluşturmalarını, yeni geçiş kapıları açmalarını beklediği bir dönemde Rum Yönetimi Başkanı’nın NATO’ya üyelik konusunu açtığı hatırlatıldı.

Rum Yönetiminin NATO üyeliğine hazırlandığı açıklaması “hiçbir ciddi görüşmeye götürmeyen aksine, muhalefette bulunan DİSİ ile AKEL arasında kavgaya neden olan yersiz ve zamansız” olarak nitelendi.

Haberde NATO’ya üyelik konusunun “Kıbrıs sorununun Hristodulidis hükümeti tarafından militarize edilmesinin başlangıcı” olduğu da kaydedildi.  Haberde Guterres Hristodulidis’ten Tatar’la görüşmesini ve yeni geçiş kapıları açılmasını değerlendirmesini beklerken Hristodulidis’in “anlaşılmaz bir silahlanmaya giriştiğine” de vurgu yapıldı. Haberde basına sızdırılan haberlerle, şahsi ve resmi açıklamalarla kamuoyunda bir savaş ortamı yaratıldığına ve Türk tarafının tepkisine neden olunduğuna dikkat çekildi.

Habere göre Rum Başkanlık Sarayı bir gazeteye Güney Kıbrıs’ın NATO’ya üyeliğe hazırlandığı bilgisini sızdırdı. Bunu, İsrail’den ‘Iron Dome” hava savunma sistemi alındığı   bilgileri takip etti. Bunlardan önce Hristodulidis kadınların askere alınması zarfını attı ve bakanlar kurulunun, meclis savunma komitesi tarafından acilen onaylanması gereken kararlar aldığından söz etti. Haberde Kıbrıs’ın (elbette yarısının) askeri açıdan güçlendirilmesi haberleri gündelik olarak basına yansırken Rum yönetiminin savunma meselelerini alenen konuşulamaycağı da yer aldı.

Gazete Rum tarafının silahlanmasının Türk tarafına bunu diplomatik yönden kullanma fırsatı verdiğini belirterek “silahlanmalar, takviyeler ve Milli Muhafızların caydırıcılık kabiliyetinin güzelleşmesi nihayetinde sadece Türk diplomasisini silahlandırıyor” vurgusu yaptı.

Haberde Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın, bakanlık bütçesinin TBMM’de görüşülmesi sırasında Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin silahlanması, Ada’da yeni bir silahlanma yarışını tetikleyebilir.  Kıbrıs Türk halkının eşit egemenliğinden ve eşit uluslararası statüsünden vazgeçmemiz söz konusu değildir, Kıbrıs sorunu milli davamızdır sözünü aktardı.

Fidan’ın “Yunanistan ile pozitif ajanda konusunda çalışmaya devam ediyoruz” sözünün, silahlanma yarışı uyarısından daha büyük değere sahip olduğunu belirten gazete “çünkü Türkiye Yunanistan ile pozitif ajanda için iş birliğine devam ederken Kıbrıs hükümetinin Kıbrıs sorununu militarize etmekte olduğunu gösteriyor” ifadesini kullandı.

Politis Theodoros Theoduru imzasıyla “Kıbrıs bir İstila ve İşgal Sorunu Mu” başlıklı analiz haberde Kıbrıs sorununun 1974’te değil on yıllar önce, Başpiskopos Makarios’un ağır baskıları üzerine Pangalos hükümetinin BM’ye götürmesi ile 1954’te başladığına işaret etti.

Kıbrıs sorununun çözülememesinin, Kıbrıs Türk ve Rum taraflarının birbirlerine yönelik suç faaliyetleri yüzünden birbirine güvenmemesinden ve her iki tarafın da uzlaşmaz olmasından kaynaklandığı belirtilerek özetle şunlar aktarıldı:

“1963’te önce biz ve 1974’le birlikte Türk tarafı suç işledi. Bütün suçları teraziye koyduğumuzda öteki tarafın suçları ağır basar ancak uluslararası meseleler mezürle, teraziyle çözülmez. İstila ve işgal 1963’teki Makarios ayaklanmasından daha büyük suçtur ve 1964-74 öneminde Kıbrıslı Türklere karşı işlediğimiz suçlar şüphesiz gerçektir ancak çözüm için yeterli değildir. Hedef, onlar bize bizim onlara yaptığımızdan daha kötüsünü yaptı dememiz ise, hedef başarıldı. Uluslararasında mazlum görünmek bizi tatmin ederse, bu bir seçenek ancak 50 yıl sonra kimseyi ikna etmiyor. Gerçekten de 1974’te Attila’nın mazlumu ama paralelinde zalim de olduk. En trajik olanı da eylemlerimizin mazlumu yalnız Kıbrıslı Türkler değildi, en büyük mazlum bu topraktır. Maalesef süreç içerisinde kişisel siyasi ya da ekonomik çıkarlarımızı üstün tutarak vatanımızın yarısını feda ettik.”